Eski Başbakan, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet yetkilileri birçok konuda, yabancı aktörlerin ve onların yurtiçindeki ortaklarının yanıltıcı bilgiler vererek yurtiçi ve yurtdışındaki masum insanları yanılttığını belirtiyorlar. O halde, doğru bilgi için nereye bakmalıyız? Muhtemelen Hükümetin ve ilgili Bakanlıkların sundukları bilgilere. Bu kısa yazıda, tam da Hükümetin basından en şikayetçi olduğu konudaki istatistiklere, yani toplantı ve gösteri yürüyüşü istatistiklerine bakacağız.
Eğer başkalarını sürekli bilgileri saptırmakla, kötü niyetli kullanmakla itham ediyorsanız, sizin de sağlıklı bilgileri kullanıma sokmanız gerekir. Bazı işler şakaya gelmez. Farklı yerlerde sunduğunuz verilerin tutarsızlığı ortaya çıkarsa artık sunduğunuz verilerin bir anlamı da kalmaz. Tutarsızlık açıksa, bu hem veriyi ciddi bir şekilde toplamadığınız hem de ortada bir sorun varsa onu çözmeye dair bir iradenizin olmadığını tam tersi onu hasıraltı etmeye çalıştığınızı gösterir.
Son dönemlerin en kritik konularından biri olan polis şiddeti ve toplantı ve gösteri yürüyüşü sorunu yukarıda bahsettiğimiz yaklaşım açısından iyi bir örnek veriyor. Bilindiği gibi konuya ilişkin Hükümetin tutumu hem uluslararası örgütlerin hem de STK’ların fazlasıyla eleştirisini alıyor.1Örneğin bkz. Nils Muiznieks (2014), Report Commissioner for Human Rights of the Council of Europe Following his visit to Turkey from 1 to 5 July 2013, CommDH(2013)24; FIDH (2014), Bir Yılın Ardından Gezi, (Paris: FIDH); Uluslararası Af Örgütü (2014), Yaralar Açık, Adalet Hala Yok, (Af Örgütü: İstanbul); Human Rights Watch (2010), Protesting as a Terrorist Offence, (HRW: New York). Erdoğan, Hükümet ve Hükümet yanlısı basın ise aslında Türkiye’de ciddi bir ihlalin söz konusu olmadığını ama özellikle Batılı basın-yayın kuruluşlarının ve onların içerideki uzantılarının bunu uydurduklarını ama gerçek verilerin bunları yalanladığını ileri sürüyor. Nedir peki konuya ilişkin hakikat? Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan ve Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan iki veri hakikatin pek de iddia edildiği gibi resmi verilerden anlaşılmasının mümkün olmadığını gösteriyor. Aslında söz konusu veriler, “bizimle dalga mı geçiyorsunuz” denecek düzeyde ama bunu dersek, aşağıda istatistiklerini sunacağımız “kamu görevlisine görevi yaptırmamak için direnme” ve “kamu görevlisine hakaret” suçlarına yeni istatistiki veri olarak eklenebiliriz, o yüzden demeyelim, verilerin sıfatlandırmasını okuyucuya bırakalım.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine 1. cevap: Aslında biz toplantı ve gösteri yürüyüşü yasasını uygulamıyoruz
Batıyla olan ilişkilerimizde iniş çıkışlar oluyor, şüphesiz. Çıkış dönemlerinin en önemli göstergelerinden biri, Türkiye’nin uluslararası örgütlerle iletişimi geliştirmesi. Özellikle insan hakları alanında bürokrasinin büyümesi ile özellikle Avrupa Konseyi düzeyinde çok daha iyi bir iletişim gerçekleştirildiği de kesin. Ama bu ilişkinin hedefinin her zaman insan haklarının geliştirilmesi olduğunu anlamına gelmeyebilir. Bazen hedef, var olan bir insan hakları sorununu çözmek değil, Avrupalı “dostlarımızı” bu sorunun olmadığına ikna etmek şeklinde ortaya çıkıyor. Türkiye’nin yakın zamanda çözmeyi düşünmediği toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin ihlal pratikleri, bu yöntemin güzel bir örneği.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Türkiye’nin Oya Ataman ve onu izleyen 37 davada toplantı ve gösteri hakkını ihlal ettiğine karar vermesi nedeniyle Hükümetin bu davalara ilişkin bir Eylem Planını kararların uygulanmasından sorumlu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne sunması gerekiyordu. Hükümet bu planı, Temmuz ayında sundu, Plan Ağustos ayında Bakanlar Komitesinin web sitesinde yayımlandı.2Communication from the Government of the Republic of Turkey Concerning The Oya Ataman Group of Cases, https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2572357&SecMode=1&DocId=2169188&Usage=2 (“Buradan sonra Eylem Planı”) Eylem Planı birçok açıdan AİHM kararlarının öngördüğü ölçütleri yakalamaktan uzak. Raporu ve alındığı iddia edilen önlemlerin yeterliliğini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarının İzlenmesi Projesi3Proje için bkz. www.aihmiz.org.tr kapsamında meslektaşım Doç. Dr. Başak Çalı yakında ayrıntılı olarak raporlaştıracak, onun için raporun genel değerlendirmesini burada ben yapmayacağım. Ancak bu Eylem Planı’nda çok ilgimi çeken bir bölüm var, onu aktarmakla yetineceğim.
Hükümet, Eylem Planında Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşüne ilişkin sorun olmadığını istatistiklerle kanıtlamaya çalışıyor. Buna göre, Türkiye’de yasadışı olanlar da dahil sadece toplantıların sadece yüzde 2’sine müdahale edildiğini bildiriyor.4Eylem Planı, s. 7, para. 19. Az sonra göreceğimiz gibi bu Planla, Bakanlığın diğer verileri arasında açıklanamaz bir tutarsızlık var ama Plan kendi içinde de çok tutarsız.
Tutarsız, çünkü Hükümet bu Planı sunarken ne 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nda ne de genel olarak toplanma hakkında sorun olmadığını göstermeyi amaçlıyor. Ama dikkatli baktığınızda bu Yasanın ne kadar anlamsız, çağdışı bir Yasa olduğunu da bizzat bu Plan kanıtlıyor. Planda sunulan bir tabloya5Eylem Planı, s. 9., para. 21 göre 2010 yılında yapılan toplam 17 bin 661 toplantının, 15 bin 739’u Yasaya aykırı, bildirimsiz yapılmış. Toplantıların sadece 1922’si bildirilmiş. 2013 yılında ise 38 bin 079 toplantının 33 bin 092’si Yasaya aykırı yapılmış. Bir başka deyişle, gururla savunulan binlerce kişinin hakkında cezai işlem yapılmasına neden olan 2911 sayılı Yasaya uyum oranı yüzde 10 civarında. Her yıl 1 Mayıs öncesinde “Kanun kesinlikle uygulanacak, hiç kimseye müsamaha gösterilmeyecek” açıklamalarını hatırlıyorsunuz değil mi? İşte bu açıklamaları yapan Hükümet, Avrupa Konseyi’ne diyor ki biz yüzde 98’ine müsamaha gösteriyoruz.
Tabii bu kadar önemli bir konuda, bu kadar işlemeyen bir yasayı yürürlükte tutma ısrarını anlamak mümkün değil. Görüldüğü kadarıyla demokratik bir toplumda kabulü mümkün olmayan 2911 Yasa aynı zamanda büyük bir eşitsizlik kaynağı. Tabii istatistikler, hangi toplantıya neden müdahale edildiğini açıklamıyor. Hiçbir tutarlılık da göstermiyor. Örneğin, 2011 yılında 21 bin 114 gösterinin 1216’sına müdahale edilmişken, 2012te 25 bin 635’inden 802’sine müdahale edildiğini görüyoruz. Sayı büyürken müdahale neden yüzde 33 düzeyinde düşüyor tabii ki cevapsız. Ama çıkarılabilecek sonuç şu, Hükümetin hoşuna gitmeyen, rahatsız edici toplantılarda devreye sokulan ve etkin bir şekilde uygulanan bu Yasa, yine Hükümetin verilerine göre on binlerce durumda hiç uygulanmıyor.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine 2. cevap: Polis göstericiyi değil asıl gösterici polisi dövüyor
Hükümetin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ni ikna etmek için sunduğu bu ilginç Planda önemli bir husus daha var. Buna gören Türkiye’de polisten dayak yiyen gösterici sorunu yok, tam tersine göstericilerden dayak yiyen kolluk sorunu var. Aynı tabloya göre, Gezi olaylarının gerçekleştiği 2013 yılında 4 bin 564 gösterici yaralanırken, 1107 de polis yaralanmış. Sadece Gezi olaylarına ilişkin yaralanma sayısını 8 bin 163 olarak veren Türk Tabipler Birliği’nin verilerinden büyük bir sapma gösteren bu veriyi bile bir yere kadar anlamak mümkün. Diyelim ki sadece devlet hastanelerinden veri toplandı. Peki diğer yılları nasıl açıklayacağız?
Nasıl açıklayacağız diyorum, çünkü Bakanlığın sunduğu tabloya göre 2012’de sadece 220 gösterici yaralanırken, aynı olaylarda 548 polis yaralanmış. Bu rakamlar yeterince şaşırtıcı gelmediyse daha iyisi de var. 2011 yılında 272 sivil karşısında 751 polis yaralanmış. 18 bin 695 yasadışı gösterinin yapıldığı 2011 yılında sadece 272 kişi yaralanmış. Bir başka ifadeyle, kabaca her 69 yasadışı gösterinin sadece birinde bir kişi yaralanıyor yani. Gelin görün ki, aynı yıl istatistikleri 4 bin 729 kişinin gözaltına alındığını söylüyor. Yani göstericiler, toplantıların yüzde 90’ında toplanırken 2911 sayılı Yasaya uymuyorlar ama polis hiç güç kullanmamasına rağmen tıpış tıpış karakola gidip kendilerini gözaltına aldırıyorlar.
Bırakınız orantılı mı değil mi sorusunu, bu kadar barışçıl bir polis İzlanda’da bile olmaz. Bu verileri doğru kabul edersek, Hükümet, olsa olsa insanların toplanma hakkını ihlal ettiği için değil de polislerin can güvenliğini güvenceye almadığı için eleştirilebilir.
Milletvekiline cevap: Avrupa’ya söylemedik ama on binlerce dava açıyoruz
Bilindiği gibi idareler bazı verileri vermemek için Bilgi Edinme Yasası’nda olan olmayan çeşitli bahaneler buluyorlar. Nedenini anlamak için bu hafta çıkan bir habere bakmak yeterli. Yukarıda verdiğimiz veriler yeterince çelişkili ve bir yazıyı hak eder nitelikteydi. Ama geçtiğimiz hafta TBMM’de Sezgin Tanrıkulu’nun Adalet Bakanı’na yönelik verdiği bir soru önergesi bu yazıyı yazmayı zorunlu kıldı. Bakan Bozdağ tarafından verilen cevap henüz TBMM sayfasına yüklenmiş değil6İlgili sorunun son durumu için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/yazili_sozlu_soru_sd.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=162641 fakat cevaplar gazeteci Kemal Göktaş tarafından paylaşıldı. Bu cevaplar Avrupa Konseyi’ne verilmediği için hiç güllük gülistanlık bir portre sunmuyor. Nasıl olsa kimse Avrupalılara bunu söylemez diye düşünmüş olmalı herhalde cevabı hazırlayanlar.
Tanrıkulu, Bozdağ’a 2002-2014 yılları arasında kamu görevlisine görevini yaptırmamak için direnme suçundan kaç kişinin hakkında işlem yapıldığını sormuştu. Hatırlanacağı gibi Hükümetin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne sunduğu rapora göre devlet toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin sadece yüzde 2’sine müdahale edip, hemen kimseye zarar vermiyordu. Oysa Bozdağ, Tanrıkulu’nu yanıtlarken 2009-2012 yılları arasında, direnme suçundan dört yılda toplam 102 bin 247 kişiye dava açıldığını bildiriyordu. Aynı veriye göre toplamda 41 bin 500 kişi de bu suçtan mahkum olmuştu.
Şüphesiz, bu suçu düzenleyen TCK’nin 265. maddesi sadece toplantılarda uygulanmıyor, her türlü kamu görevlisine görevini yaptırmamak amacıyla direnme suçunu düzenliyor. Ancak, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde mukavemet edenlerin 2911 dışında bu suçtan da sıklıkla dava edildiği de bilinen bir gerçek. Şimdi iki veriyi karşılaştırınca ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Hükümete göre sadece 220 göstericinin yaralandığı 2011 yılında 24 bin 334 kişi, yine sadece 272 kişinin yaralandığı 2012 yılında ise 28 bin 313 kişi bu suçtan dava edilmiş. Bu verileri mantık çerçevesi içinde açıklamaya çalışalım:
- 2012 yılında memura mukavemet suçundan yargılanan 30 bin kişiye yakın insanın yüzde 1’i bile toplantı ve gösteri sırasında mukavemet etmekten yargılanmıyor. İnsanlar başka yerlerde polise sürekli mukavemet ederken, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, bu etkinliğin ruhuna aykırı bir şekilde olağanüstü bir uyum gösteriyorlar;
- Avrupa’ya bildirilen verilere göre polisleri dövüp kaçan on binlerce kişi nasıl olmuşsa içerideki verilere göre muhtemelen yakalanıp dava ediliyor. Gerçi yukarıda açıkladığımız gibi Avrupa Konseyi’ne sunulan rapora göre ciddi sayıda bir insan gönüllü olarak karakola gidiyordu ama bu rakamlar onun da bir kaç katı, o yüzden yine de dövüp, kaçıp yakalanan büyük bir kitle olmalı;
- 2911 sayılı Yasa’yı ihlal ederek yasadışı 10 binlerce toplantı yapanlar, polise mukavemet ettikten sonra yasaya uymaya karar verip kendilerini ihbar edip, haklarında ceza davası açılmasını sağlıyorlar;
- İnsanlar, haklarında karşı dava açılması korkusuyla yaralansalar bile resmi makamlara başvurmuyor, çünkü on binlercesi hakkında şiddeti kullanan polis işlem yapıyor ve ceza davası açılıyor;
- Avrupa kurumlarına verilen cevaplarda, sorun hasır altı ediliyor, ciddi bir araştırma yapılmaksızın yanlış ve tutarsız bilgiler aktarılıyor.
Benim şahsi kanaatim a, b ve c şıklarının kesinlikle yanlış, d ve e şıklarının ise doğru olduğu. Çıplak gözle bile tespit edilebilen bu basit ama çok ciddi bilgi saptırması ikisi genel, iki özel olmak üzere dört sonuç çıkarmamızı mümkün kılıyor.
Birincisi, başkalarına kötü niyet suçlaması yapabilmek için sağlıklı ve tutarlı veriler tutmak zorundasınız, yoksa yaptığınız suçlamaların kuru gürültüden öteye bir anlamı kalmıyor.
İkincisi; Devlet, insan haklarını ciddiye aldığına inanmamızı istiyorsa öncelikle konunun getirdiği ciddiyetle ve aklımızla dalga geçmeden hareket etmek zorunda.
Üçüncüsü; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nın demokratik bir rejimde yerinin olmadığı, uygulanamaz olduğu bizzat hükümet tarafından itiraf edilmiştir. Yasa, anlamsız yasak ve kısıtlarıyla Hükümetlerin elinde oyuncak olmuş, keyfiliği kural haline getirmiştir. Bunun sonucu olarak, siyasi iktidarlar bu Yasayı sadece hoşlanmadıkları aleyhine işletme lüksüne sahiptir.
Dördüncü olarak, cezasızlıkla mücadele edilecekse atılacak ilk adımlardan biri polisin yaralandığı, polise mukavemet edildiği gibi nedenlerle açılan asılsız ceza davalarının teşhir edilmesidir.
- 1Örneğin bkz. Nils Muiznieks (2014), Report Commissioner for Human Rights of the Council of Europe Following his visit to Turkey from 1 to 5 July 2013, CommDH(2013)24; FIDH (2014), Bir Yılın Ardından Gezi, (Paris: FIDH); Uluslararası Af Örgütü (2014), Yaralar Açık, Adalet Hala Yok, (Af Örgütü: İstanbul); Human Rights Watch (2010), Protesting as a Terrorist Offence, (HRW: New York).
- 2Communication from the Government of the Republic of Turkey Concerning The Oya Ataman Group of Cases, https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?command=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2572357&SecMode=1&DocId=2169188&Usage=2 (“Buradan sonra Eylem Planı”)
- 3Proje için bkz. www.aihmiz.org.tr
- 4Eylem Planı, s. 7, para. 19.
- 5Eylem Planı, s. 9., para. 21
- 6İlgili sorunun son durumu için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/yazili_sozlu_soru_sd.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=162641