Tahir Elçi’nin Son İnsan Hakları Dersi: Terör Örgütü Dememek Suç Değildir!

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi büyük bir insan hakları hukukçusuydu, bizim de sevgili bir dostumuzdu. 14 Ekim 2015 tarihinde CNN Türk kanalında yayınlanan Tarafsız Bölge isimli programda “PKK, terör örgütü değildir” sözleri nedeniyle hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili İdris Kurt tarafından Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7/2 maddesi uyarınca “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan re’sen soruşturma açıldı. Henüz dava açılmadan, ifadeye çağrılınca, devamının geleceğini tahmin ettik. Tahir Elçi’ye telefon ettik ve savunmasına ek olarak bir bilimsel mütalaa sunmak istediğimizi söyledik. Bilimsel olarak Elçi’nin ifadesinin uluslararası hukuk tarafından korunduğunu düşünüyorduk ama mütalaa sunmak istememizin tek nedeni şüphesiz bu değildi. Herkesin insan haklarını korumak için bir ömür vermiş bir dosta destek olmayı vicdani bir sorumluluk meselesi olarak da gördük. Tahir, telefonda “çok iyi olur” dedi. Dedi demesine ama savunmasını okuduğumuzda gördük ki bu dünyadan göçüp giderken de savcısına, hakimine büyük bir ifade özgürlüğü ve insan hakları dersi vermiş.

Duruşma Nisan ayına kalınca, biz de mütalaayı biraz öteledik. 28 Kasım 2015 tarihinde bu soruşturmada hedef gösterilen Tahir Elçi bir süredir Diyarbakır’ın Sur ilçesinde devam eden silahlı çatışmalarda zarar gören tarihi Dört Ayaklı Minare önünde yaptığı basın açıklaması sonrasında kimliği henüz belirlenemeyen kişiler tarafından öldürüldü. Kaza mıydı, suikast mı muhtemelen hiç bilinmeyecek. Ne var ki, Tahir Elçi’nin ifade özgürlüğünü savunmayanların ölümünü kınamaları bize inandırıcı gelmiyor. Hakkındaki soruşturmanın onu hedef haline getirdiği, susturmayı hedeflediği açıktı. Elçi, susacak biri değildi ama o gün orada katledilmeseydi bile hakkında yürütülen haksız soruşturma onun üzerinde bir karabasan gibi dolaşacaktı. Tahir Elçi, iyi bir insan hakları avukatı olduğu için, şehrine sahip çıkan bir Kürt olduğu için, hakikatleri ortaya çıkarıp devletin başına bela olduğu için ve hepsinden önemlisi “iyi” bir insan olduğu için hedef oldu, katledildi. Hakkında açılan soruşturmanın, bu topyekun kuşatmanın bir parçası olduğunu unutmak onun anısına saygısızlık olur.

Bu yazıda, onu hedef gösterenlerin neden hukuken büyük bir yanlış içerisinde olduğunu tartışırken dostumuza verdiğimiz sözümüzü geç de olsa yerine getirmek istiyoruz.

Soruşturma Süreci

23 Ekim 2015 tarihinde ise, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Elçi hakkında TMK 7/2 maddesi kapsamında bir terör propagandası yapmak suçunun basın yoluyla işlendiği iddiası ile 1,5 yıldan 7,5 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlanmıştı. Bu iddianame Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 6 Kasım 2015 tarihinde kabul edildi ve yargılama 19 Nisan 2016 tarihinde başlayacaktı.

Elçi, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da meydana gelen ve 100 kişinin ölümüne neden olan bombalı saldırının ardından, artan terör eylemleri ve çözüm sürecinin geleceği hakkında fikirlerini beyan etmesi için 14 Ekim 2015 tarihinde CNN Türk kanalında sunuculuğunu Ahmet Hakan’ın yaptığı Tarafsız Bölge programına konuk olarak çağrılmıştı. Tahir Elçi ve Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinin sıklıkla muhatap olduğu rutin bir muamele bu programda da peşini bırakmamıştı. Karşıda hiçbir şekilde yargılanması, sorgulanması mümkün olmayan bir kişi yukarıdan ve parmağını sallayarak, Tahir Elçi’nin konuşma hakkının sınırlarını çiziyordu: “Konuşabilmek için söyle bakalım önce terör örgütü diyebiliyor musun? Diyemiyorsan, senin konuşmaya da hakkın yoktur”. Susma hakkını hiçe saydığı için sadece bir ifade özgürlüğü değil düşünce özgürlüğü sorunu da olan bu yaklaşım, Tahir Elçi tarafından ağırbaşlılıkla karşılandı, cevaplanmaya çalışıldı.

Ankara Katliamı’nın konuşulduğu programda toplumun ne kadar kutuplaştığının tartışıldığı sırada programın diğer konuklarından Levent Gültekin, MHP’nin diğer partilerle görüşmeyi reddetmesini eleştirmiş, MHP’li Uygar Aktan ise “PKK’yı amasız fakatsız terör örgütü kabul ettiğini ve kınadığını” söylemeyen kimseyle görüşmeyeceklerini, herkesin PKK’yi terör örgütü olarak tanımlayarak kınaması ve PKK ile arasına mesafe koyması gerektiğini ve bunu yapmayanların toplumu kutuplaştırdığını söylemişti. Levent Gültekin ise “Kürt sorununun 40 yıldır bu yöntem ve söylem ile çözülemediğini” söyleyerek Aktan’a karşı çıkmıştı. Daha sonra Tahir Elçi söz alarak “40 yıldır devam eden savaş yüzünden 10 binlerce insanın öldüğünü, şiddetin bu sorunu çözmediğinin görülmesi üzerine savaşın sona ermesi için çözüm sürecinin başladığını” söylemiş ve “PKK terör örgütü değildir. Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile, PKK silahlı siyasal bir harekettir. Siyasal talepleri olan, toplumda çok ciddi bir desteği olan bir siyasal harekettir” demişti.

Bu sözleri nedeniyle yayın sırasında programa konuk olarak katılan diğer konuşmacılar ve program sunucusu Ahmet Hakan tarafından PKK’yi ayrı bir devlet gibi göstererek şiddeti meşrulaştırdığı iddiasıyla eleştirilen Elçi, 12 Ekim tarihinde Habertürk’te yayınlanan “Türkiye’nin Nabzı” isimli programda söylediği sözleri tekrarlayarak, silahı hiçbir zaman çözüm olarak görmediğini, silah kullanımını reddettiğini ve Türk ve Kürt halklarının ebediyete kadar birlikte barış içinde yaşayacaklarına inandığını söylemişti.

Programın hemen ardından, hükümet yanlısı medya bir yandan Doğan Grubu’nu ve Ahmet Hakan’ı, bir yandan da Tahir Elçi’yi hedefe koydu; basit bir cümleyi “şok, skandal” gibi ifadelerle aktarıp, savcıları harekete geçmeye davet ettiler. Son dönemlerde, bu talepleri hiç kırmayan savcılar da gereğini yaptı.

Yayından yalnızca bir hafta sonra alelacele Elçi hakkında “basın yoluyla terör örgütü propagandası yaptığı” iddiasıyla bir iddianame hazırlanmıştı. Bir lisans bitirme tezi havasında hazırlanmış iddianamede oldukça uzun ve gereksiz bir şekilde terörün tanımı, sebepleri, kapsamı ve çeşitleri tanımlanmaya çalışılmış, hatta “terörün finansal kaynakları,” “siber terör” ve “deniz haydutluğu ve korsanlık” gibi konuyla hiç alakası olmayan kavramlar uzun uzun tasvir edilmiştir. İddianamenin üç sayfası “Devlet Terörü” başlığına ayrılmıştır. 14 sayfalık iddianamenin ancak son sayfasında Tahir Elçi’nin programdaki ifadelerine bağlamından kopartılarak atıf yapılmış fakat suç teşkil ettiği iddia edilen ifadelerin neden suç teşkil ettiği, iddianameye konu suçun unsurları ve ifadenin şiddete teşvik içerip içermediği tartışılmamış, açıklanan ifadenin bağlamına bakılmamış, Tahir Elçi’nin soruşturma esnasındaki ifadelerine ve savunmasına hiç atıf yapılmamış ve yer verilmemiş, ifade özgürlüğüne yönelik AYM ve AİHM kararları değerlendirilmemiş yalnızca aleyhte deliller değerlendirilerek Elçi’nin “bir hukukçu olarak içinde bulunduğu toplumda bu sözlerin suç olacağını bilmesi” ve “toplumsal konumu itibarıyla beyanda bulunurken dikkat ve özen göstermesi” gerektiğinden bahsedilerek “PKK bir terör örgütü değildir” sözlerine yer verilip “sevk maddelerinde belirtilen suçu işlediği anlaşıldığından” yargılanması talep edilmiştir. Savcılık iddianamesinde yalnızca ilgili kanun maddesini belirtip yasal dayanağı göstermekle yetinmiş, meşru amaç ve demokratik bir toplumda gerekli olma prensiplerine yönelik değerlendirme yapmamıştır.

İddianamenin suçu tartışmadığı, sığ denebilecek basitlikte bazı siyasi saptamalarla Tahir Elçi’nin söylediğinin yanlış olduğunu kanıtlamaya çalıştığı görülmektedir. Örneğin Savcıya göre “şüpheli, var olduğunu ileri sürdüğü desteğin, doğduğu toplumdan daha çok dış kaynaklı olduğunu da göz ardı etmektedir”. Savcı şu iddiayı da ileri sürmektedir “Ayrıca daha önce terör örgütü denilen birçok örgütün, sonradan bu şekilde tanımlanmadıkları yönündeki beyan da doğru değildir”. Savcı daha da ileri gitmektedir: “Dünyada bir benzeri olmayan, eşsiz bir siyasal örgütlenme özgürlüğünün, dolayısıyla hakların siyasal yolla talep edilmesi imkanının sunulduğu bir ülkede, ben haklarımı alabilmek için silah-cebir-şiddet kullanmak zorundayım şeklindeki gerekçe asla doğru değildir”.

Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında açık ara en çok örgütlenme hakkını ve ifade özgürlüğünü ihlal eden Türkiye’nin “Dünyada bir benzeri olmayan, eşsiz bir siyasal örgütlenme özgürlüğüne” sahip olduğunu düşünen savcı, Tahir Elçi’nin sözlerini siyaseten yanlış bulabilir, hatta belki başka bir normatif düzen açısından kabul edilemeyeceğini de ileri sürebilir ama buradan yola çıkarak söylediklerinin suç olduğu sonucuna ulaşılamaz. Tahir Elçi, savcının lisans düzeyini aşamayan terörizm değerlendirmelerine katılmak zorunda olmadığı gibi bu nedenle yargılanamaz da. Savcı, incelemesinin sonunda herkesi ikna edecek bir şekilde Tahir Elçi’nin haksız olduğunu kanıtlamış olsaydı bile bu Elçi hakkında dava açılabileceği anlamına gelmezdi.

Bu iddianamenin konusu, savcının Tahir Elçi’nin PKK konusundaki görüşlerine katılıp katılmadığı değildir. İddianamenin konusu, konuşmanın TMK 7/2 maddesi uyarınca suç oluşturup oluşturmadığı ve eğer oluşturuyorsa bu suçun Anayasa, AİHS ve diğer insan hakları sözleşmelerine aykırı olup olmadığıdır. İddianame ilk hususa ilişkili birçok gereksiz bilgi saymakta ama ikinci hususa, yani eylemin TMK 7’de tarif edilen suça uygun olup olmadığına dair tek satır içermemektedir.

Dolayısıyla, iddianame savcılık tarafından CMK’nın 170/4 maddesinde belirtilen “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” hükmüne aykırı bir şekilde hazırlanmıştır. CMK’nın 160. maddesine göre cumhuriyet savcısı “maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” Ancak, bu deliller toplandıktan sonra, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenleyecektir.1CMK 170/2. Oysa bu tür suçlarda hazırlanan tüm iddianamelerde olduğu gibi Tahir Elçi iddianamesi de baştan hükmünü vermiştir. Savcının devletin resmi görüşüyle birebir örtüşen şahsi siyasi görüşleri, hukuki değerlendirmenin önüne geçmiş, Tahir Elçi’nin savunması neden bu konuşmayla suçun oluşmayacağı çerçevesinden değil de Tahir Elçi’nin söylediklerinin neden siyaseten yanlış olduğu merkezinden değerlendirilmiştir.

Sonuç şudur: Devletin kutsalları tartışılamaz, şiddetle cebirle hiçbir ilgisi olmasa bile tabu olan konulara ilişkin farklı söz söylenemez. Aşağıda görüleceği gibi AİHM’in Türkiye’ye ilişkin ifade özgürlüğü içtihadının tamamının özünde de bu sapma vardır. Türkiye’de mahkemeler, kutsal sayılan değerlere yönelik ifadeyi terörizm olarak tanımlamakta, bu ifadeyle şiddet, cebir ve tehdit arasındaki illiyet bağını aramamaktadır. Tahir Elçi iddianamesi 30 yıla yaklaşan bu serüvende bir arpa boyu yol alınamadığının açık kanıtıdır.

Ceza hukuku bağlamında TMK’de düzenlenen “Terör Örgütü Propagandası Yapma Suçu”

TMK 7/2 maddesi terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır şeklindedir. Bu hüküm de, daha önceki düzenleme de defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) mahkum edildiği için “İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la değiştirilmiştir. Nitekim 3713 Sayılı Kanun’un 7/2. maddesini değiştiren 6459 Sayılı Kanun’un 8. maddesi gerekçesinde; “AİHM şiddete teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, ya da kişiler silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin TMK’nın 7. maddesi 2. fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır” denilmiştir. Bu sebeple yasaya “cebir şiddet ve ya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri başvurmayı teşvik edecek şekilde” ibaresi eklenerek suçun standartlarının AİHM kararlarına uygun hale getirildiği ifade edilmiştir. O halde TMK 7/2 maddesi ancak AİHM kararlarında anlaşıldığı şekliyle yorumlanabilecektir. Bu hem Anayasa’nın 90. maddesinin hem de yasa koyucunun değişiklik amacının zorunlu sonucudur.

Bir hükmün yorumlanmasında hükmün amacı ve konusu dikkate alınarak, olağan anlamı verilmelidir. Buna göre, TMK 7/2 maddesinde tarif edilen suçun işlenmesi için şu koşulların yerine gelmesi gerekir: i. Terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek bir ifade bulunmalı; ii. bu ifade propaganda şeklinde ifade edilmelidir. Bir kısmına aşağıda ayrıntılı olarak yer verilecek TMK 7/2. maddesine ilişkin AİHM kararlarından da böyle bir suçlamanın ancak bu halde meşru olacağı anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla, bir ifade şiddete tahrik içermediği sürece, yani şiddet eylemlerine ya da kanlı bir intikama başvurmayı savunmuyor, destekçilerinin hedeflerini gerçekleştirmesi amacıyla terör eylemlerini haklı göstermiyor ve belli kişilere karşı derin ve mantıksız bir nefret duygusunun oluşmasına neden olarak şiddeti yüreklendirdiği şeklinde yorumlanamıyorsa, salt terör örgütünün açıklaması olduğu için veya terör örgütü ile ilgili olduğu için cezalandırılamaz.2Altıparmak, K. & Öndül, H. (2013), Gözel ve Özer/Türkiye Kararının Uygulaması, İzleme Raporu, İHOP, 2013, s. 6.

Dolayısıyla, TMK 7/2 maddesindeki suçun maddi unsurunun oluşabilmesi için ifadenin bir şiddet eylemi ile açık ve yakın bir ilişkisi olmalı, ifadeyi kullanan kişinin bu şiddet eylemini mümkün kılacak bir etkisi olmalı, söylenen bağlam terörle bağlantılı olmalıdır. Bir başka deyişle, bu suçun oluşabilmesi için şiddete yönelen kişilerle kullanılan ifade arasında bir illiyet bağı bulunması gerekir. Bunun için kişi ya hali hazırda işlenmiş bir şiddet eylemini açıkça onaylamalı, ya da sözleriyle insanların şiddete başvurmasına doğrudan katkıda bulunmalıdır. Oysa ki Tahir Elçi sözlü savunmasında “düşman, işgalci ordu veya terör ve terör örgütü gibi kavramlarla bu meselelerin çözülemeyeceğini, bu kavramlaştırma ve ifade biçiminin sorunu daha da derinleştirdiğini” düşündüğünü belirtmiş, çıkmış olduğu programda “örgütün terör niteliğinde eylemlerinin altını çizmekle birlikte, asla bunları tasvip etmemekle birlikte, teknik ve kavramsal olarak terör örgütü nitelemesinin yanlış olduğunu” düşündüğünü de belirtmiştir ve bu nedenle “PKK terör örgütü değildir. Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile, PKK silahlı siyasal bir harekettir. Siyasal talepleri olan, toplumda çok ciddi bir desteği olan bir siyasal harekettir” ifadelerini kullandığını belirtmiştir. Tahir Elçi’nin bağlamından kopartılarak dava konusu yapılan söylemleri için “bir terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yaptığı” söylenemez. Tahir Elçi’nin sözleri bağlamından kopartılmadan bütünüyle okunduğunda görüşlerinin ne şiddet kullanımını ve ne de silahlı direniş ya da ayaklanmayı teşvik etmediği gibi kin ve nefret söylemi niteliğini de taşımadığı görülmektedir. Hayatını hak savunuculuğuna adamış bir hukukçu ve Diyarbakır Baro Başkanı olan Tahir Elçi sözlü savunmasında da “insan yaşamına yönelen her türlü eyleme” karşı olduğunu belirtmiştir.

Madde metnine bakıldığında, suç olan eylemin terör örgütünü övmek veya bazı eylemlerini övmek olmadığı görülebilir. Suç olan “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri” meşru göstermek veya övmek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik etmektir. O halde, kişi bir örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemler dışındaki eylemleri hakkında bir şey söylediğinde veya bunları onaylamayıp ve fakat örgütün terör örgütü sayılmaması gerektiğini söylediğinde suçun maddi unsuru oluşamaz. Nitekim, Tahir Elçi örgütün terör örgütü olmamakla birlikte terör eylemleri olduğunu söyleyerek “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini” onaylamadığını çok açık bir şekilde ifade etmiştir.

TMK 7/2’de gösterilen suç ancak kastla işlenebilen suçlardan olup Tahir Elçi’de oluşmuş bir suç işleme kastı da söz konusu değildir. Kendisi de zaten savunmasında bu sözleri “sadece bir tespit amacıyla yaptım yoksa örgütün propagandasını yapmak gibi bir gayret yoktur. Aksine MHP milletvekili olan konuşmacı bu programda seçim kampanyası dönemi olması nedeniyle de yoğun bir ajitasyon ve propaganda söylemi oluşturmuştur” diyerek açıklamıştır.

AYM ve AİHM kararları ışığında “Terör Örgütünün Propagandasını Yapma Suçu” ve ifade özgürlüğü

AİHM içtihadında siyasal tartışma özgürlüğünün demokratik toplum kavramının tam merkezinde olduğu kabul edilmiş, siyasi konulara ilişkin ifadelere zorlayıcı nedenler olmadıkça sınırlama getirilmemesi, sınırlamaların kapsamının dar olarak yorumlanması gerektiği tespit edilmiştir.3Feldek/Slovakya, no: 29032/95, para. 83. AİHM birçok kararında bu tip siyasal söylem ve kamuoyunu ilgilendiren konularda AİHS 10/2. maddesinin ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına hiçbir şekilde yer vermediğini hatırlatmıştır.4Dink/Türkiye, no: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09, 7124/09, para.133. Bu kapsamda Tahir Elçi’nin kullandığı ifadelerin siyasi nitelikte olduğu ve de bu anlamda bu güvenceden çok daha güçlü bir biçimde yararlanması gerektiği kuşkusuzudur.5İncal/Türkiye, no: 22678/93. Tahir Elçi, sözlü savunmasında bu hususlara dikkat çekmiş ve “Ben Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerce de garanti altına alınan ifade özgürlüğümü kullandım. Bu hakkımı kullanırken resmi görüşün veya ultra milliyetçi bir siyasi partinin mesele ve olguları ifade ve tanımlama biçimine uymak zorunda değilim. Bu ifade ve tanımlama biçimim iktidarı ve toplumun bazı kesimlerini rahatsız edebilir. Hatta sarsabilir. Zaten ifade özgürlüğü bunun için vardır. Ben bu derece ağır bir meselenin merkezinde yaşayan ve çok önemli bir meslek örgütünün başında olan bir sivil olarak, kendimi özgürce ifade edemeyeceksem resmi ve belli bir siyasi anlayıştan farklı bir görüş veya yorum ifade edemeyeceksem bu kadar tarihi ve toplumsal meseleyi nasıl çözeceğiz?” demiştir.

AİHM, yukarıda da değinildiği üzere siyasi ifadelere getirilen güvencenin sınırını ise “şiddet” olarak belirlemiş ve de bu tip ifadelerin ancak açık bir şiddet çağrısı6Sürek/Türkiye, para. 62, Gözel/Özer, para. 56, 60. veya nefret söylemi7Gündüz/Türkiye, no: 35071/97. içermesi halinde sınırlandırılabileceği kabul etmiştir. TMK 7/2 ile ilgili AİHM içtihadı da bu yönde olup yazı veya sözlerin içeriğinde şiddet, bir araç olarak öngörülüyorsa, kişileri hedef gösterip kanlı bir intikam istiyorsa, benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru olduğu ileri sürülüyorsa veya insanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtıyorsa, bu tip söylemler ifade hürriyetinden yararlanmayabileceği tespit edilmiş vaziyettedir.8Sürek/Türkiye, no. 1, Büyük Daire, no 26682/95, Gözel ve Özer/Türkiye, no: 43453/04 ve 31098/05. Aksi halde ifade özgürlüğüne yönelik sınırlama ve müdahalelerin demokratik toplumda oluşmuş zorunlu bir ihtiyaca dayandığından bahsedilemeyecektir.

Kaldı ki, AİHM ancak çok daha sert nitelikte olduğu söylenebilecek ifade ve söylemleri terör propagandası olarak değil siyasi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiştir. Örnek vermek gerekirse, AİHM “O günlerde ekilen Kürt halkının özgürlük tohumlarından Kürdistan dağlarındaki gerilla savaşı doğmuştur”9Gerger/Türkiye, no. 24919/94., yahut yasa dışı bir örgüt yöneticisi ile yapılan röportajda geçen “Bizim tarafımızda tek bir kişi kalana kadar savaş devam edecek”10Sürek ve Özdemir/Türkiye, no. 23927/94. şeklindeki ve yine “Kuzey Kürdistan’ın ulusal kurutuluş mücadelesi”11Teslim Töre/Türkiye no: 50744/99. ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu tespit etmiştir. Yine AİHM çeşitli gösterilerde dile getirilen “Yaşasın partimiz TKP/ML-TİKKO”, “Gerillalar ölmez, yaşasın halk savaşı”, “Biz de hesabı namlular sorar”, “Biz işçinin, köylünün sesiyiz, namluya sürülmüş halk mermisiyiz”, “iktidar namlunun ucundadır”12Gül ve Diğerleri/Türkiye, no: 4870/02, para.41-45. gibi ifadeleri de ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği düşünüldüğünde Tahir Elçi’nin ifadelerinin suç olarak nitelenmesinin imkansız olduğu görülecektir.

Elçi tarafından kullanılan söylemlerin kamu düzenini bozmaya yönelik bir etkisinden bahsedilemeyeceği gibi ulusal güvenlik bakımından herhangi bir tehlikeye yol açma ihtimalinden dahi bahsetmek abestir. Kaldı ki Tahir Elçi’nin katıldığı televizyon programından sonra kamu düzeni bu yayından kaynaklı olarak bozulmamıştır. Aksine, bu yayından sonra Tahir Elçi’nin kendi sözleriyle “özellikle hükümete yakın bazı yayın organları beni tahkir ve tehdit edecek şekilde bir kampanya başlatmışlardır” ve buna paralel biçimde “belirli bir merkezden yönlendirildiği açık olan yoğun bir linç kampanyası başlatılmıştır. Bazı histerik gruplar ölüm biçimimi bile ayrıntılı biçimde yazarak sosyal medya üzerinden” Tahir Elçi tehdit edilmiştir. Bu sürecin sonunda da 28 Kasım 2015 tarihinde Dört Ayaklı Minare önünde yaptığı “silah, çatışma, operasyon istemiyoruz” çağrısı sonrasında öldürülmüştür.

Kürt sorununu tartışmak, hükümetin resmi görüşlerini tekrar etmekten ibaret olamaz. Tahir Elçi gibi 10 yıllardır sorunun içinde yer alan, hak mücadelesi veren kişilerin bu çerçevenin dışına çıkan ifadelerinin engellenmesinin demokratik bir gerekçeyle açıklanması mümkün değildir. Açıkça şiddet ve cebirle illiyet bağı olmayan her ifade devlet politikasıyla ne kadar çelişirse çelişsin ifade özgürlüğü kapsamında korunur. Tahir Elçi’nin barış sürecine katkı amacı ile ve bu makalede de açıklandığı üzere ancak ifade özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilebilecek söylemleri halkın belli bir kesimini rahatsız etmiş olsa bile demokratik toplum düzeninin bir gereği olarak hoşgörü ile karşılanması gerekirdi. Tahir Elçi de zaten Savcılık iddianamesinde hiç yer verilmeyen savunmasında bunları dile getirmişti “Bir savunma örgütünün, bir baro başkanının, bir televizyon programı sırasında sarf ettiği sözler nedeniyle hemen hakkında ceza soruşturmasının başlatılarak hakkında yakalama yoluna gidilmesi ve üstelik alt sınırı bir yıl olan bir suç nedeniyle beyanı bile alınmadan hakkında yakalama kararı çıkarılması, Türkiye’de demokratik özgürlüklerin, ifade özgürlüğünün ve tutuklama hukuku bakımından yargının bu tutumu hazin bir tablo oluşturmaktadır.”

Keşke Savcılar ve Hakimler Tahir Elçi kadar bağımsız, onun kadar insan hakları bilgisine sahip olsaydı. Şimdi çatışmadan çok barışı konuşuyor olurduk.

Hoşçakal barışın ve insan haklarının Elçi’si… (YA-KA-BM/EA)

* Bu makale Güncel Hukuk Dergisi’nin Ocak 2016 sayısında yayımlandı.

 

  • 1
    CMK 170/2.
  • 2
    Altıparmak, K. & Öndül, H. (2013), Gözel ve Özer/Türkiye Kararının Uygulaması, İzleme Raporu, İHOP, 2013, s. 6.
  • 3
    Feldek/Slovakya, no: 29032/95, para. 83.
  • 4
    Dink/Türkiye, no: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09, 7124/09, para.133.
  • 5
    İncal/Türkiye, no: 22678/93.
  • 6
    Sürek/Türkiye, para. 62, Gözel/Özer, para. 56, 60.
  • 7
    Gündüz/Türkiye, no: 35071/97.
  • 8
    Sürek/Türkiye, no. 1, Büyük Daire, no 26682/95, Gözel ve Özer/Türkiye, no: 43453/04 ve 31098/05.
  • 9
    Gerger/Türkiye, no. 24919/94.
  • 10
    Sürek ve Özdemir/Türkiye, no. 23927/94.
  • 11
    Teslim Töre/Türkiye no: 50744/99.
  • 12
    Gül ve Diğerleri/Türkiye, no: 4870/02, para.41-45.